14 Mayıs 2010 Cuma

Cellâdına gülümseyen adam: Seyyid Rıza


25 Kasım Çarşamba 2009 Yorum yapın Yorumlara git

5 Votes









Resmi büyütmek için lütfen üzerine tıklayın.



18 Kasım 1937`de, aralarında oğlunun ve kardeşinin de bulunduğu toplam 11 kişi, Elazığ`ın Buğday Meydanı`nda idam edildi. Hava soğuktu ve etrafta kimse yoktu, ama meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti: `Evladı Kerbelayıh. Bihatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir.` Özgün Duruş`tan Altan Algan`ın hazırladığı haftanı portresi:









Altan Algan / Özgün Duruş Gazetesi



Dersim olayları Kürt açılımı ile birlikte yeniden medyanın gündeminde yer aldı ve almaya da devam ediyor. 10 Kasım`da Meclis`te Kürt açılımı görüşmeleri sırasında CHP grubu adına konuşan Onur Öymen`in sarf ettiği sözler, bazı kesimlerde soğuk duş etkisi yapmış görünüyor. Öyle ki hepten dili tutulanların sayısı hiç de az değil! Hükümetin Kürt sorununa çözüm arayışı dolayısıyla gündeme getirdiği yaklaşımı sert bir şekilde eleştiren Onur Öymen, konuşmasında Mustafa Kemal`in Şeyh Said ve Dersim isyanları sırasında yaptığının örnek alınması gerektiğini vurgulamış, yani Kürt sorunu ile uğraşmak yerine sorun teşkil eden Kürtlerin topyekûn imha edilmesini önermişti! Öymen’in açıklamaları temsil ettiği Kemalist-bürokratik zihniyeti birebir yansıtmaktadır.



Maske indiren sözler!

Görevini aksatmayan bir zaptiye olarak CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in iç sorunlara yabancılaşmanın ve devleti kutsallaştırmanın bir tezahürü olarak ortaya çıkan Dersim olaylarıyla Çanakkale Savaşı’nı aynı kefeye koyması ona yönelik tepkilerin başlıca nedenlerinden biri.



Yıllardır siyaset dünyasında olmasına rağmen bu açıklamaları yapabilmiş olması dikkat çekiciydi Öymen’in. Gerçi Öymen Dersimlilerden özür diledi ve sözlerinin çarpıtıldığını öne sürdü ama hangi sözlerinin, ne şekilde çarpıtıldığını açıklamayarak işin içinden çıkmayı başardı. Tabiî tatmin edici bulunmadı özrü. Başta Dersimliler olmak üzere pek çok kimsenin nefretini kazandı. Vicdan sahiplerinin lanetine uğradı.



CHP’nin bilinçaltı konusunda çok önemli ipuçları içeren bu konuşmanın geleneksel olarak CHP’ye destek veren Alevi kesimlerde deprem etkisi yarattığı da bir başka gerçek.



Öymen`in sözleri, 1930`ların devlet refleksini, yani devleti hatadan münezzeh bir kutsal üst-varlık haline getirmenin yansıması olmanın yanında CHP’nin maskelerden sıyrılarak özünü ortaya koymasının da kanıtıydı. Onur Öymen diplomat kökenli bir politikacı. Sözlerini duygusallıkla sarf ettiğini düşünmek doğru olmaz.



Bu yüzden “maske indirmeye” yaptığı istemsiz katkıdan dolayı “teşekkürü hak ettiniz bay siyasetçi” bile diyebiliriz ona.



Bir kapalı kutu!

Dersim olayları denildiğinde akla ilk gelen isimlerden biri Seyyid Rıza’dır. Peki, onu merak eden çok kimse var mıdır? Elbette vardır. Ama yine de adı anılan büyük olay içinde kaybolup gider Seyyid Rıza.



Bazı insanları kimse bilmez. Bazı insanlar vardır, sürekli kamuoyu gündemindeki olayların aktörü olarak dururlar ama bilin(e)mezler. Çok iyi tanındıkları düşünülür ama tam bir kapalı kutudurlar. Bu bilinmezlik biraz onun yaşamından da kaynaklanmaktadır aslında. Çünkü Seyyid Rıza`nın yaşamı hakkında çok fazla bir şey bilinmemektedir. Bununla birlikte, Dersim ayaklanması hakkındaki tek kitabın yazarı olup kendisiyle uzun yıllar birlikte yaşamış olan Dr. Nuri Dersimi`nin verdiği bilgilere göre Dersim`de doğan Seyyid Rıza yörenin “en önemli ve en asil” aşiretlerinden birinin önderi durumundaki Seyyid İbrahim`in oğludur. Dersim`in Şii Kürtlerinde "seyyid" kelimesi Türkiye, İran ve Irak Kürtlerinin şeyh kelimesiyle aynı anlamda kullanıldığından, aynı zamanda bir şeyh olan Seyyid İbrahim, Deri Ahri kasabasında hayatını sürdürürken, bölge halkı üzerinde bir "yol gösterici" olarak büyük etki sahibiydi. Seyyid Rıza ailenin dördüncü ve en küçük oğluydu. Mehmet Ali Efendi adlı bir ulemadan dersler alarak büyüdü. Mehmet Ali Efendi hem bir dinî önderdi hem de bölge halkının ulusal bilincinin gelişmesine hatırı sayılır katkılarda bulunmuştu.



Koçgiri ayaklanmasına katılmadı

Babasının ölümünden sonra Seyyid Rıza, babasının vasiyetine uygun olarak şeyhliği devraldı ve Tujik tepesi eteklerindeki Agdad kasabasına yerleşti. Nuri Dersimi`ye (ayaklanma sırasında Baytar Nuri diye tanınan şahıs) göre, Seyyid Rıza neşeli, fedakâr, çalışkan ve merhametli birisiydi. Seyyid Rıza`nın kasabası Agdad`a Kürdistan bayrağını çok daha önceden çekmiş olduğu halde, Hozat aşiretlerine güvenmediğinden Koçgiri ayaklanmasına aktif olarak katılmadı. Yalnız hükümetin verdiği sözleri tutmaması üzerine büyük bir silahlı grupla birlikte Dersim`e inerek, asilerin taleplerini destekleyen bir telgraf çekti. Baytar Nuri tutuklandığında da nüfuzunu kullanarak serbest bırakılmasını sağladı. 1921`den sonra Dersim`de Alişer Efendi ve Baytar Nuri`yi himayesi altına aldığı gibi, söz konusu şahısların bütün Dersim aşiretlerini birleştirme yolundaki çabalarını da destekledi. 1925`teki Şeyh Sait isyanından sonra da binlerce mültecinin yardımına koşmuştu.



1926’da Koçan aşiretine karşı girişilen operasyon sırasında Seyyid Rıza, diğer Dersim aşiretlerinin hükümet kuvvetlerinin safında yer almasını önlemeye çalıştı. Operasyondan sonra Genel Müfettiş İbrahim Tali`nin çağrısı üzerine Baytar Nuri ile birlikte Diyarbakır`a giden Seyyid Rıza`ya hükümetin Dersimlilerin silahlarını teslim etmeleri, karakol ve kışla yapımına karşı çıkmamaları ve Koçgiri ayaklanması sırasında onlara sığınan asileri geri vermeleri talepleri iletildi.



İkinci bir görüşmede de İbrahim Tali, Dersim`de bir isyan hazırlığı olduğu anlamına gelebilecek hazırlıklar hakkında bilgiler içeren bir istihbarat raporu okuttu. Bütün bunlardan Kürtlere karşı yeni bir operasyon düzenlenmekte olduğu sonucu çıkaran Seyyid Rıza, Ferhadan aşireti reisi Cemşit Ağa’nın evinde bütün reisler arasında bir değerlendirme toplantısı düzenledi. Ancak bu tür toplantılara rağmen aşiretler arasında birlik sağlanamıyordu. Çok geçmeden, daha önce de devletle işbirliği yapmış, Birinci Meclis`e Dersim mebusu olarak gitmiş Meço Ağa, Seyyid Rıza`nın damadı, Aşağı Abasan aşiret reislerinden İbrahim Ağa’yı öldürttü. Aşiretler arası bu çatışmalar yüzünden Ağrı isyanı sırasında Dersim`in ayaklanmaya katkısı çok cılız oldu.



Askeri garnizon özerk yaşamı ortadan kaldırır!

1936`da ordunun Dersim yakınlarına yeni garnizonlar kurma kararı, Kürt aşiretlerinin günlerce süren yoğun toplantılarına neden oldu. Çünkü bu durum Dersimlilerin Osmanlı’dan beri alışık oldukları özerk yaşama imkânlarını ellerinden alacaktı. Öte yandan Tek Parti kadroları işi kökten halletmeye kararlıydılar. 1925 Şeyh Said, 1926-1930 Ağrı isyanlarının bastırılmasından sonra sıra Dersim’e gelmişti. 14 Haziran 1934’te Türkiye’yi etnisite esasına göre üç bölgeye ayıran 2510 sayılı İskân Kanunu çıkarıldı. 25 Aralık 1935’te bir nevi sıkıyönetim kanunu olan 2884 sayılı Tunceli İlinin İdaresi Hakkındaki Kanun çıkarıldı ve Dersim’in adı Tunceli olarak değiştirildi. Ardından Birinci Umumi Müfettişlik bölgesi kapsamında bulunan Elazığ, Tunceli, Erzincan ve Bingöl’ü içeren Elazığ merkezli Dördüncü Genel Valilik kuruldu. Bu genel valiliğin başına General Abdullah Alpdoğan atandı. Alpdoğan Paşa, 1921’deki Koçgiri ayaklanmasını gaddarca bastıran Sakallı Nurettin Paşa’nın damadıydı ve aynen kayınpederi gibi çok sert bir askerdi.



Yörede askerî garnizon istemeyen aşiretlerin temsilcisi olarak Seyyid Rıza bu kararın geri alınması için bu kez General Abdullah Alpdoğan`la Kürtlerin temsilcisi olarak görüştü. İlk görüşmede Alpdoğan`la anlaşamayan Seyyid Rıza, geri dönüp bunları tüm aşiret liderlerine anlattı. Ancak buna rağmen General Alpdoğan bir genelge yayınlayarak bütün Kürt aşiretlerinden 200 bin silah toplamalarını istemişti. Yeni garnizonlar yapımına başlanması üzerine bölge halkı bazı şantiyeleri basarak nöbetçilerin silahlarına el koydu. Seyyid Rıza, General Alpdoğan`dan genelgesini iptal etmesini ve halkının ulusal haklarını güvence altına alan yeni bir bölgesel yönetimin oluşturulmasını istedi. Hükümetin bu talebe cevabı bölgeye hemen çok sayıda askeri birlik göndermek oldu. Keşif uçuşu yapan uçakların eşliğinde başlatılan askeri operasyonlar kış bastırdığından kesildiyse de Dersim kuşatma altında tutulmaya devam etti.



Karın erimesiyle birlikte 1937 baharında Dersim’e tekrar hava ve karadan harekât düzenlenir. Ankara, Eskişehir ve Diyarbakır’dan kalkan uçaklar aylarca Dersim’i bombalar.



Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçe’nin uçağından atılan bombalar Laçinan Vadisi’nde saklanan Seyit Rıza’nın ailesini hedefler. Yeniden başlayan askeri operasyonlar sırasında Seyyid Rıza`nın oğullarından Bra İbrahim arabuluculuk için gittiği Elazığ dönüşünde, istihbarat şefi Binbaşı Şevket`in adamları tarafından öldürüldü. Bunun üzerine yetkililere başvuran Seyyid Rıza, oğlunu öldürenlerin kendisine teslim edilmesini istedi. Seyyid Rıza, Erzincan valisinin, “İsteklerinizi kabul ediyoruz” çağrısı üzerine iki arkadaşıyla Erzincan’a giderken 5 Eylül 1937 tarihinde Dersim-Erzincan sınırında yer alan Muti Köprüsü’nde askerlerce yakalanır.



Tutuklanan Seyyid Rıza, Erzincan’dan Elazığ’a gönderilir ve cezaevine konulur.



Ayıptır, Zulümdür, Günahtır…

Yeni genel müfettiş İzzettin Paşa, kendisine Seyyid Rıza olup olmadığını sorduğunda, “Ben Dersimli Rızo`yum” dedi. “Dersim`de her meşe altında ve her dağ başında binlerce Rızo vardır. Şu halde siz hangi Seyyid Rızo`yu soruyorsunuz?”



14 gün süren mahkeme sonunda ölüme mahkûm oldu. O dönemde Malatya Emniyet Müdürlüğü’nde görevli olan ve Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensür’ün emriyle, Diyarbakır’da yeni yapılan Singeç Köprüsü’nü açmaya gidecek olan Atatürk’ten Seyyid Rıza’nın hayatının bağışlanmasını isteyecek “6 bin beyaz donluya meydan vermemek” için, duruma el koyan İhsan Sabri Çağlayangil, her türlü hukuk ilkesini çiğneyerek, bir pazar gecesi, araba farlarının ışığı altında davayı alelacele nasıl sonuçlandırdığını güzelce anlatır. İdam için artık bütün deliller eldedir. Usule itiraz eden savcı izinli sayılarak göreve yardımcısı getirilmiş, okuma yazma ve Türkçe bilmeyen sanıklara ne iddianame, ne avukat verilmişti. 75 yaşlarında olan Seyyid Rıza, yaş haddinden idamdan kurtulmasın diye Seyyid Rıza`nın oğlundan bile küçük birinin şahitliği ile yaş tespiti yapılmış, bölge komutanı Abdullah Alpdoğan Paşa, kararın yazılacağı boş kâğıdı önceden imzalamış olduğundan bihaber olarak, alelacele hücresinden alındığında İhsan Sabri Çağlayangil’e (ki o zaman Malatya Emniyet müdürüdür) “Asacaksınız!” dediğinde, yüzüne “sizde hukuk, adalet, insaf ve insanlık yoktur” demek istemiştir. “Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin?” diye sorarken, İhsan Sabri Çağlayangil‘in sıradan bir memur olduğunu, hukuksuzluğu, gayri insani davranışları çok iyi gördüğünü, ancak ekmeği ve kariyeri uğruna katil duruma düştüğünü de hatırlatmak istemiştir.



18 Kasım 1937`de, aralarında oğlunun ve kardeşinin de bulunduğu toplam 11 kişi, Elazığ`ın Buğday Meydanı’nda idam edildi. İhsan Sabri Çağlayangil, Seyyid Rıza’nın idam anının devamını anılarında şöyle anlatır: “Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyordum. Bana güldü. Savcı namaz kılıp kılmayacağını sordu. “İstemem” dedi. Son sözünü sorduk, “Kırk liram ve saatim var, oğluma verirsiniz” dedi. Oğlunun asılacağını bilmiyordu… Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyyid Rıza meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti: `Evladı Kerbelayıh. Bihatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir…` dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü! Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını gerçekleştirdi!” Sehpaya yürüyüşündeki heybeti, çingeneyi itmesi, katliamı ve infazını adeta protesto eder oluşu bile bütün sözleri geçersiz kılacak niteliktedir.



Mezarı Kayıp!

Takındığı tavır ile polis memuru cellâdı İhsan Sabri Çağlayangil’e dahi insanlığın yükseldiği onurlu mertebeyi sergilemiş, insanlık karşısında basit olmanın da ötesinde, düşmanını kendisinden utanır duruma sokmuş, “saçlarını diken diken! etmiştir. O günden sonra İhsan Sabri Çağlayangil’in insanlığın gülen yüzünü her gördüğünde Seyyid Rıza’nın o gülücüğü ile kahrolup insanlıktan çıkarılışını anlamış olsa gerektir ki anılarında Seyyid Rıza’nın gülücüğü ile nasıl sarsıldığını anılarına aktarmıştır.



Cellâtları onun gülücüğünden öylesine sarsılmıştır ki bir gün ve bir daha gülmemeleri için yalnız onların canlısından değil, cansız bedenlerinden dahi çekinir olmuşlardır. Bu yüzden idamdan sonra cesetleri darağaçlarından indirilerek Elazığ sokaklarında halka teşhir edildikten sonra yakıldı. Bir başka iddiaya göre ise, Seyyid Rıza’nın cesedi yakılmamış, gizli bir yere gömülmüştür. Seyyid Rıza’nın varisleri devletten bugüne dek bu konuda bir bilgi alamamışlardır. Acaba açılım Seyit Rıza’nın cesedinin yerini de açıklayacak denli derinleşir mi? Bunu bilemeyiz ama bu kadar derinleştiğinde Tek Parti yıllarının bütün mutluluk tablosunun cilalı bir imajdan öteye uzanmadığı gayet net ve açık biçimde ortaya çıkacaktır.

9 Mayıs 2010 Pazar

KÜRT KADINI

Tarih; 25 Mart 1926. Musa Bey'in "Mutkili "oğlu İzzet Bey, yeğeni ve bir adamı, çatışmalarda başları kesilip, Muş vilayetine getirilir. Musa Bey'in kızkardeşi Gülnaz Hanım'a psikolojik zulüm yapmak maksadıyla, kesik başlar jandarma karakolunda yere dizilir. Ve "tanıyormusun” hikayesiyle davet edilir... Gülnaz hanım vakur bir edayla içeri girer; ellerinin tersi belinde, kesik başlara yaklaşır.. Ayağıyla İzzet Bey'kafasını iter; "Bu benim kardeşimin oğludur,".., Sonra ikinci kesik kafayı iter. " Bu benim oğlumdur.".. Üçüncü kesik kafaya gelince, mahzun bir şekilde mırıldanır. "Buna yazık olmuş, hizmetkar-askerdi”. Ve başta kumandanlar olmak üzere orada bulunanlara döner ve "Berxe nêr ji bona kêrê ye!"(Erkek, kuzu gibi bıçağa gelmek icindir) der... Ve oradakilerin buz tutmus sükutu arasından, aynı vakur eda ile odadan çıkar gider."